3 Nisan 2015 Cuma

Mc Leod Diaries , part 2

  Rain and cold takes over the village for a few days. The roads are muddy, people tired of the rain and cold take refuge in the cozy coffee shops. From one coffee shop to another, like a pilgrimage, people are sharing tables, sharing stories, and laughter. Life is never boring at Mc Leod.  In between the coffee shops, I walk by the shops selling intriguing  thangkas, Kashmiri shops selling colorful pashminas and shawls from Kashmir, Nepali shops selling out door gear.  Namgyalma Stupa surroundered with Tibetan flags and prayer wheels, at the heart of the village connects two main streets, Temple Rd.  and Jogibera Rd. The building is a Buddhist memorial honoring those who lost their lives during the freedom struggle of Tibet. 
 
 Following the Temple Rd, passing the street stalls overlooking the valley, selling colorful malas (prayer beads), Buddha statues, singing bowls I find myself at the Tsuglagkhang Complex. The complex holds the official residence of the Dalai Lama, the Namgyal Gompa, Tibet Museum, Tsuglagkhang Temple. 

 Tsuglagkhang Temple in exile is the equivalent of the Jokhang Temple in Llhasa. Passing through the security, taking the steps up with the locals and tourists,I see the monks from all ages in their maroon safran colored robes, sitting cross legged reading the prayers from the prayer books. Pilgrims getting in the main temple, praying in front of the Tibetan deity Avalokeitesvara, the deity of compassion. There is also a great gilded statue of Buddha , another statue belongs to Padmasambha, the Indian scholar who introduced Buddhism to Tibet. The prayers and offerings are made... Next to the main temple is Kalachakra Temple. Kalachakra (wheel of time) mandala was drawn on the walls, the mandala takes me in. I'm held there, mesmerized, as it pulls me deep and deeper beyond time and space.
I sit in the corner and meditate... Feeling gratitude and love...

31 Mart 2015 Salı

Mc Leod, Ganj Diaries


MC LEOD Ganj DIARIES 1

  It is so cold, I can't sleep . I am lying on the top bunk bed on the train to Patankhot, freezing. I have only a polar jacket and a light sheet covering me. I raise my head and see my young Panjabi neighbor who is lying under a thick wool blanket, listening to music and wearing a red "rapper" hat that reads 'obey'. Remembering the dark chocolate cake that I bought earlier, I reach out for my bag and grab the cake. I offer to share it with my young neighbor, and he says, "it's very tasty". Then, he hands me a colorful plastic bracelet, and tells me that he learned to make it by watching youtube. We eat our cake slowly and happily. After we finish, I try to sleep again, letting myself go to the voice of Ane Brun. The train is moving slowly, the cold wind is getting through to my skin. It is dark and silent, the trains movement wraps  the people like a cradle. In the middle of the night, I wake up, my young neighbor is in a deep sleep. I raise my head, when I see  the eyes of a man looking at me intensely from the seat next to the door corner. I put my head again on my backpack and crawl under the cotton sheet and try to sleep. 
Dawn breaks slowly, people get off, and the cart gets less crowded. Finally in the train like dawn breaking the dark , silence is broken with the cry of salesmen "pokhara! chai!" People awaken, mid bunks are closed. I get down, and small talk start. I am the only tourist in the compartment,  the other passengers ask me where I am coming from, where I am going to. I tell them that I am  from Turkey, coming from Goa,and  going to Dhramsala,to listen the teachings of the Dalai Lama. They approve with pride. Then, my monk friend walks in wearing his maroon monk dress, whom I had met as I was getting onto the train. He had told me that we would go to Dhramsala together. He joins our conversation, tells us that he is originally from Tibet but living in Nepal in exile and he was chosen for the meeting which would take 3 days in a monastery. Afterwards, he will join the long life ceremony of the Dalai Lama. Through the conversation, languages change from English to Hindi from time to time. They then translate, we make jokes, we laugh, we are happy.
Finally the train arrives to Pathankot, I leave the station with my new friends. They tell me  to wait  for them  to arrange a minibus. I meet the other monks and we talk.. adding each other on Facebook. They arrange a minibus and the gang gets in, all the seats are full. On the road we share food , stories and laughter. We slowly drive up to the mountain path. I see monkeys on the road scream with surprise, my new friends laugh at me. We listen to the latest  pop songs and have fun. It takes   about three hours and a half to reach Mc Leod Ganj. We all say goodbye, with the hope of seeing each other again. I pull my luggage on the dirt roads of Mac Leod to find my hotel.
The weather is freezing, I can see the snow capped Himalayas. The village is small with one square where all the roads lead.
 It is Mc Leod, Ganj where Dalai Lama's seat in exile and the residency of His Holiness.  The village was  originally established by the British and named after by David Mc Leod, who was the Lieutenant -Governor of Punjab. It was the headquarters of the British and destroyed in the earthquake in 1905. It was backwater until 1960, when the Dalai Lama claimed asylum here following the Chinese invasion of Tibet.

  I arrive to my hotel, walk into the room, go out to the  balcony and see the eagles. I watch the eagles flying over from my balcony, just like I watch the seagulls from my balcony in Istanbul. The monkeys are jumping from roof to roof,climbing up to the balconies, like the cats  in Istanbul. I look at the snow capped Himalayas , pine trees under the snow, watching the eagles and monkeys,  hearing the cries of the children playing, I feel serene...
  

1 Mart 2015 Pazar

Tekrar Goa

   Önümüzdeki aracın arkasındaki yazı 'kornanı çal", taksi şöförü de upuzun tropikal  ağaçların çevrelediği  dar, virajlı yolda aracı geçerken kornasını çalıyor. Sokaklarda bitip tükenmez bir korna sesi, önce yadırgadığım hattâ rahatsız olduğum bu sese sokaklarda dolaştıkta minnet duyuyorum. Hindistan trafiği o kadar kötü ki! Yollar bozuk ve geceleri karanlık, arabadan çok motor var, her an önünüze inek veya başka bir hayvan  çıkabilir, dar virajlarda geleni görmenin de imkanı yok. İşte bu yüzden korna, gerçekten de  hayat kurtarıyor.  Yollarda yeni apartman sitelerinin ilanlarını, başıboş otlayan inekleri, bazı ineklerin üstünde türemiş leylek akrabası kuşları, Hintli kadınların çoğunun giyemeyeceği kıyafetlerin ( batılı tarzda) reklam panolarını, adını bilmediğim tropikal ağaçları, ulu banyan ağaçlarını, gökyüzünde süzülen  yırtıcı kuşları,  beyaz bir Kartal  gördüm sanki,geçerek havaalanına varıyoruz. Yolumun  hedefi Dhramsala, ama yaklaşık bir buçuk gün sürecek varmam. Bunu düşünürken, bir yandan kendime kızıyorum, 'sen, 30-35 derece sıcağı, güzel yürekli insanları, şahane konserleri, derin  meditasyonları, sıcak denizi, leziz yemekleri, sevdiğin yoga hocasını bırak,9 dereceye Himalayaların eteklerine git, neymiş Dalai Lama yarım gün öğreti verecekmiş, üstelik programı da değişebilir, Ah Goa!' 

  Goa, Hindistan olmayan Hindistan! Gerçi tek bir Hindistan genellemesi yapılamaz, bu çeşitlilikte, renklilikte. 29 eyaleti, 22 resmi dilli ve 400ü aşkın konuşulan dili olan bir ülke nasıl genelleme yapılabilir ki! Yani hiç bir yer, hiç bir yere benzemiyor da, geleneksel olarak daha tutucu diğer eyaletler, burası turistik olduğu için Akdeniz'deki tatil beldelerini andırıyor  bazı kesimleri.Eski Portekiz sömürgesi olan bu eyalete ikinci ziyaretim. Ilkinde Güney'inde sakin bir sahilde Palolem'de  kalmıştım, o kadar sakindi ki diskoya girişte kulaklık veriyorlardı. Bu sefer önce bir zamanların hippi köyü Anjuna ile başlıyor seyahatim. Anjuna'ya gitme sebebim iki çok iyi yoga hocasıyla çalışmak, Rolf ve Marcy, ashtanga tarzı yoga yapanların yakından tanıdığı isimler. 
 Anjuna biraz yayılmış bir köy. Vahşi, gerçekten de vahşi,  ve çılgın partileriyle ün salmış. Ben de biraz denize gireyim diye sahilde ayarladığım otel  sabah 7ye hattâ 9'akadar süren partilerin müziği yüzünden burnumdan geliyor. Sahilde her yerde Goa Trance çalıyor benim kafam bu tempoya bu kadar maruz kalmayı kaldırmıyor... Lakin Salı günleri akşamüstü başlayan, ertesi gün  sabah  9'a kadar devam eden , Shiva Valley partileri dillere destan, katılmamak olmaz. Yalnız çok dikkatli olun, gece kumsalda yürümeyin, ayık olun çünkü neredeyse her hafta bir ölüm oluyor Anjuna'da ya uyuşturucu yüksek doz, ya kavga ya kaza...

  Anjuna  bit pazarı ile ünlü. Çarşambaları gündüz, sıcakta nefes alması zor olan pazarda bolca kıyafet, takı, hediyelik eşya ile birlikte sahil tarafına doğru yabancı tasarımcıların işlerini ( Türk tasarımcılar da var) ve yemek tezgahlarını ( falafelden dönere, zeytinyağlı Türk yemeklerine, kahve ve tatlıya kadar) bulabilirsiniz. Aynı zamanda bir kaç yerde canlı müzik de var.

  Benim favori pazarı Anjuna'ya yaklaşık 15 dk uzaklıktaki Cumartesi Pazarı oldu. Pazar, akşam ama alışveriş yapmak istiyorsanız 18.30 gibi orda olup pazarı rahat rahat gezmenizi tavsiye ederim. Akşam 8'den sonra çok kalabalık oluyor. Pazarda bir sahnede her hafta farklı gruplar sahne alırken, üç teras diskosunda gene farklı dj'ler çalıyorlar. Pazarda bayağı yabancı tasarımcı var ve fiyatları Istanbul  fiyatları neredeyse ama, İstanbul'da bulamayacağınız çok farklı tasarımlar bulmanız mümkün. Yemek konusunda da pek çok Restaurant'ın standı var, aç kalma şansınız yok, pizzadan, Tayland yemeklerine her şey var.
 
  Anjuna'da da yemek yönünden çok şanslıydık, German Bakery rahat atmosferiyle, Artjuna cool haliyle ve Ramesh ise nefis thalileriyle hem gözümüzü hem de karınlarımızı doyurdu. Sakin bir gün batımı ve iyi bir yemek için Zoories'i de tavsiye ederim. Anjuna'nın biraz dışındaki Anand restaurant ise taze ve leziz balıklarıyla ünlü.

   Anjuna'da benim hayatım genelde sakin geçti sabah 5.30'da kalkıp henüz gün ağırlardan  pembe bisikletime atlayıp şalaya giderken, insanlar yeni partilemekten dönüyorlardı. Öğleden sonraları ise  çevredeki plajlara gidiyorduk,Anjuna'nın  sahili  olmasına karşın, fazla yapılaşma sahili yok etmiş, inşaat firmalarının sürekli kum taşımaları yüzünden kayalık çoğu yer ve denize girilen alan kısıtlı, ayrıca her yerde çalan yüksek sesli müzikle plajda kalmamın imkanı yok.

  Vagator 15 dk uzaklıkta, plajı güzel, özellikle Little Vagator Plajı çok daha sakin. Vagator'da yemek yiyecekseniz Bean me Up vegan menüsüyle, Thalassa Yunan yemekleriyle evi özleyenlere tavsiye edilir. Kokteyl eşliğinde güneşi batırmak isteyenler, Little Vagator'da Waters pek mutlu eder sizi.


  Anjuna'dan yaklaşık 20-25 dk uzaklıktaki Ashvem ise 5 yıldızlı tesisleriyle, Mick Jagger'ın kızı Jade Jagger'ın sahildeki dükkanıyla daha farklı bir kitleye hitap ediyor. Asvem'deki ünlü Fransız Restaurant 'ı La Plage ise damakları zevkten çıldırtıyor. Eğer yolunuz düşerse susamlı ton balığı, Mango carpacciosu, çikolata fondüsü, eğer 3-4 kişiyseniz de çikolata thalisini denemeden dönmeyin derim. Şaraplar da hiç fena değil. Fiyatlar Hindistan standartlarına göre oldukça pahalı ama Istanbul standartlarında şık bir lokantada vereceğiniz miktardan  daha uygun. Ayrıca La Plage'ın girişindeki tasarım dükkanlarını da zaman ayırın derim, nefis objeler var. Eğer Goa'da romantik ve lux,sakin, zahmeti az bir tatil yapmak isterseniz Asvem tam size göre.

   Benim favorim ise Arambol. Sokaklarda insanların birbirlerine gülümseyip selam verdiği, sahilinde insanların yoga, meditasyon, tai chi vb. faaliyetlerde bulunduğu, gün batımında jonglörlerin, acro yogilerin, dansçıların 'drum Circle'la (müzisyenler davul çemberi oluşturuyorlar) sahilde güneşi uğurladıkları Arambol. Alternatif bir  yaşamın kalbi benim için, şahane konserler, gösteriler, kalp açıcı meditasyonlar, güzel insanlar... Eğer Arambol'e yolunuzu düşürürseniz Facebook'ta " what is happening in Arambol?" Sayfasını beğenin. Mutlaka akşam Ash'te bir konser izleyin, mekan inanılmaz güzel, yaratıcı. Banyan Tree'de dans edin, Pazar akşamı Magic Park'ta kendinizi müziğe bırakın. Dreamland Cafe'de çikolatalı mus yiyin, benim için de yiyin;) Once in Nature'da ve Magic Park'ta organik füzyon yemeklerin tadına bakın. Hergün gün batımını izleyin. Keyfinize bakın, kalbinizi açın, güneşi içinize alın :)
 

Ash'te Arambol'ün efsaneleri konseri, konser devam ederken de ressam da sahnenin yanında çalışıyor

Zoories'ten günbatımı



Arambol'de Karnaval


9 Ocak 2013 Çarşamba

İçdışiç - Kochi 2



Geçmişin hayaletlerinin takip ettiği bir günün öğleden sonrası...
Kochi'de toplu grev günü, her yer kapalı, tuktuklar bile çalışmıyor . İnsanlar ağızlarında ince bir alay , şikayet edalarıyla ' bu grevi devlet yaptırıyor, kendileri için' diyorlar. Ben bilmiyorum. Bildiğim tek tarihsel gerçek Kerala'nın dünyadaki ilk komünist eyalet olduğu....
Güneş alçalırken adımlarım hızlanıyor şehrin büyük katedraline doğru. Rija , dünkü arkadaşım, siyah bir motorsikletin üzerinde görünüyor, atlıyorum arkasına, rüzgar oynarken saçlarımla tenimle , seyrederek güneşin son oyunlarını, ver elini yogaya....
Şehrin arka taraflarına geliyoruz . Tüm evlerin kapısı açık. İçiçe avlulardan geçip tek katlı bir eve varıyoruz. Giriş yoga salonu, matlar seriliyor ve ders shavasana'da ( ceset pozisyonu, yere uzan sırtüstü eller yanda, ayaklar rahat ) başlıyor. Sajee, hocamız, durmadan konuşuyor. Evrenden, evrenin bütünlüğünden bahsediyor, yarı uykulu beynim, hücrelerim alıyor ve ardından tadasana ( dağ pozisyonu) ayakların dört köşesi yayılırken yere nefesle dans başlıyor. Batıdaki yoga derslerinden çok farklı zaten hocanın ekolü farklı, bedenle ilgili ince ayrıntılara girmiyor. Böylece benim zihnim devreye giriyor. 'Aman dikkat !' Bölümler arası geçişlerde, shavasana var hep, zihnim diyor ki beden ısınmıyor, hücrelerim shavasanada toparlanıyor. Yoga bütünlük demek. Zihin, beden, ruh... Benim zihnim konuşuyor , korkular çıkıyor , şüpheler 'ya incinirsem'. Sajee farkediyor, 'bırak , korkma , kal merkezinde nefesinde ,duy sesini zihninin ama kapılıp gitme, gör ,olabildiğince kabul et ne oluyorsa '. Nasılsa bir shavasana sonrasında bırakıyor zihin. Asanalar ( yoga pozları) gitgide derinleşiyor , bedenim hiç bilmediği asanalarda nefesle açıldıkça açılıyor ;derinlik , nefes ve açıklık var , anda......
İki saatlik dersin ardından , akşama özgü meşk ve akşam yemeği . Sajee'nin öğrencilerinden biri Katia , mezun oluyor. Onun için bir tören yapıp, mantralar ( şarkılar) söylüyoruz. Sajee'nin eşinin yaptığı leziz yemekleri yiyiyoruz ve konservatuarda eğitim gören kızı bize dans ediyor. Gün bitiyor ; geçmişin hayaletlerinden sıyrılıp , yüzleşerek , görerek ana gelme yolculuğunda....





6 Ocak 2013 Pazar

Ara'da

Sıcak asfalt, simsiyah yumuşuyor katman katman , yapışıyor .... Bastıkça içine alıyor. Güvercinhapisasfaltta, asfaltgüvercin, güvercinasfalt...
Yumuşak sislerin ardında geçmişin hayaletleri bir görünüp bir kayboluyor kilitli kapılarla dalga geçercesine.
Kochi'de grev günü, oraklı çekiçli bayraklar hafifçe dalgalanıyor boşlukta . 60 sene öncesinin güçlü ruhları , gözleri kararlı , "bir " ruhları fısıldıyor rüzgarda ... Sokaklar bomboş , kabadayı keçi çeteleri nöbette sokaklarda.
Zamanın durmuşluğunda, asfaltın yumuşaklığında, kırılan algıda geçmişe uzanan hayallerle ilerliyorum ... Sis balonunun içinde boşa adım atmak gibi çabasız , hayallerimden uzanan iki çocuk, gördüğüm. Gözleri canlı bakan , omuzları hafif iki çocuk o günlerden önce. Dokunulmamış henüz masumiyetlerine, çalınmamış henüz hayatları , boğazlarında olmamış düğümleri.... Rahel ve Estha sislerin gerisinde.Oyuncu ruhları gülümsüyor. Kapıyorum gözlerimi görmek istemiyorum sonrasını...
Zamanın kıvrımında bir flüt sesi geliyor yukarıdan, bozuk notalarla açık kapıların ardındaki çocuk çığlıklarıyla karışıp boşluğu yırtıyor.
Açık bir kapının ardında dokunamayan, dokunulmayan kadınlar çay yapraklarını inceltiyorlar , korku saklı derin gözlerle... Siyah tozların perdelediği güneş inadına arkadan vururken.
Nefes almak , nefes , nefes hafifliğe doğru ama asfalt sıcak , yumuşak, ben çok ağırım asfaltın karanlığına batıyorum.....

Not : haddimi aşarak " Küçük Şeylerin Tanrıları"na sevgiyle...











13 Aralık 2012 Perşembe

Kochi 1

Rüzgar ulu ağacın yapraklarına dans ettiriyor, dansın notaları kulaklarımdan kalbime iniyor ,yaprakların arasından süzülen güneş ışıklarıyla kalbim genişliyor, sıcaklık yayılıyor, yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşiyor. Yaklaşık 1m çapında ağacın gövdesi , uzunluğu ise bulutlarla ahbap desem, neredeyse bir sokağı kaplıyor dalları. Ne görkem!!! Kalakalmışlığım bir adamın dikkatini çekmiş olacak ki yanıma yaklaşıp " bu ağaç çok yaşlı diyor en az 400 yıllık. Portekizliler , Brezilya'dan getirmişler adı 'yağmur ağacı' ". Teşekkür ediyorum açıklama için, hayranlığım devam ederken .
Kochi'deyim, sonunda Kerala'ya ulaştım. Burası daha da sıcak , daha güney . Daha sıcak , daha yavaş....

Deniz kenarından ilerliyorum, şehrin içine doğru. Tek ve çift katlı koloni dönemi mimarisini yansıtan evler yolun kenarında, çiçek yağı satan dükkanlar, başıboş dolaşan keçiler.... Derken bir hareketin içinde buluyorum kendimi.Kamyonlar sıra sıra yolda , renkli gömlekli,altları longili, başları bandanalı adamlar çeşit çeşit baharat çuvallarını yüklüyorlar. Loş, eski depolarda eski masalar, yıpranmış sandalyeler, üstüste konulmuş çuvallar göze , çuvallardan taşan karışık baharat kokuları da burna çarpıyor , Beyaz saçlı, orta yaşlı, kilolu bir adam elindeki gazeteyle uyuşukça sineği kovalamaya çalışıyor. Yavaş çekimde iç mekan, dışarıda ise bir hengame... Burası Kochi'nin Baharatçılar Çarşısı.
Kerala eyaletinin baharatlarının ünü M. Ö 3000'li yıllarda Sümer yazıtlarına kadar geçmiş. Baharatlar Asurluları, Babillileri , Mısırlıları Malabar Sahili'ne çekmiş. Antik Yunan'da ve Roma İmparatorluğu'nda bölge özellikle karabiberiyle pek ünlüymüş. Bodrum 'lu Heredot'umuz , Araplar tarafından Kerala'dan getirilen malların Yahudiler tarafından satıldığından bahseder. Kerala'nın eski çağlardan başlayıp Arap hakimiyeti altında geçen ticaret ağı oldukça geniş; Mısır'dan Çin'e, Roma İmparatorluğu'na uzanan bu ağ Kerala'ya da farklı kültürlerin etkilerini getirmiş ve ayrıca kültürler arası evliliklerle de farklılıklar özümsenmiş. 15.yy'da Portekizliler kolonileştirmiş bölgeyi ardından Hollanda kolonisi olmuş 18.yy'da İngiltere 'nin hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet 1947'ye kadar devam etmiş. Koloni sonrası dönemde ticaret gerçek sahiplerine dönmüş. Değişmeyen tek şey hareket olsa gerek burda çağlar boyu.
Cadde boyunca ilerlediğimde hareket biraz azalıyor avlulu binalar, Eminönü Hanları'nı andıran yapılar . Renkli kapılı, boyaları dökülmüş hanlar , içlerinde , kıyılarında köşelerinde capcanlı renkleriyle tektük tasarım dükkanları, avluda kurumaya bırakılmış çay yaprakları..... Bu binaların birinin avlusunda çay yapraklarıyla beraber bir ressamın atölyesi çıkıyor karşıma . Suresh; fillerin ressamı. Sadece fil çizen Suresh'in sloganı " elephants without chain" ( kelimesi kelimesini çevrildiğinde zincirsiz / özgür filler). Filler Suresh için bir sembol, insanları yansıtıyor ve Suresh'in dünyasında insanlar zincirlerini koparmış, özgür ve eşitler.....
Sanat galerileri cadde boyunca devam ederken , bir sonraki durakta kadın bir ressamla tanışıyorum. Emekli bir öğretmen olan ressam, kadınları resmediyor, genç yaşta zorla evlendirilen genç kızları. Resimlerde hüzün ve üstü örtülü tazelik ... Her resim için bir şiir yazmış, çalınan hayatlar için.
Kaç kilometre yürüdüğümü bilmiyorum ama şehir , hareket, durgunluk, kokular, hüzün, renkler, hayaller , yaşanmışlıklar beni alıyor içine. Turist otobüslerinin karşıma çıktığı yerde uyanıyorum . Mattancherry Sarayı önümde. Saray , 16. yy'da Portekizliler'in bölgenin rajasına hediyesi. Duvarlarda Mahabarata ve Ramayana destanlarını betimleyen duvar resimleri , rajaların zengin, ahşap ince oymalı, tahtırevan koleksiyonu , mücevherle işlenmiş göz alıcı kaftanlar, kraliçe odasını süsleyen şair Kalidesa'nın destanından alınan duvarlara işlemiş aşk sahneleri ile saray görülmeye değer.

Sarayın arka taraflarında Yahudi mahallesi uzanıyor. Yahudilerin Kerala'ya gelişleri M. Ö 6.yy'a kadar gidiyor. Oldukça turistik olan bölgede, evler restore edilmiş , sinagog da öyle, antikacılar ara sokaklarda. Ama yahudi nüfus çoktan göç edip gitmiş.
Lonely Planet'ten yani gezginlerin vazgeçilmez kitabından öğrendiğim bir restauranta giriyorum yemek için. Aslında burası bir esnaf lokantası, ahşap masalı , siyah derili ahşap sandalyeli, çelik sürahili, duvarlarında birkaç eski siyah beyaz fotoğraf asılı.... Otururur oturmaz bir masaya, karşı sandelyeme Hintli bir adam oturuyor, yan masadaki genç kız da 'ben yardım edeyim' diyor gülen gözlerle , ısmarlamana. Masala Dosai, seçimim, krep yanında pancar ezmesi, bamyalı türlü ve hindistancevizi sosuyla yenilen bir yemek. Burda yemek elle yeniyor ben de deniyorum ama pratik istiyor bu da.Çook leziz, mmmm;))) Yan masayla sohbet de leziz. Sohbette bir ara 'yoga yapıyormusun? çok iyi bir hocayla çalışıyorum , gelmek istermisin?'diye soruyor Rija , şeker kızımız, ' çok isterim 'diyorum ve ertesi gün için sözleşiyoruz.

Benim biraz işim var bugün . Kerala bir ayurveda , kelimesi kelimesine anlamı 'yaşam bilimi', alternatif Hint tıbbı merkezi ben de bir klinikten randevu aldım. Bunun için körfezin karşı kıyısına geçmem gerekiyor; Ernakulam'a . Vapura bilet için sıraya giriyorum, kadınlar ve erkekler için ayrı gişeler var. Şehirde yaşayan çoğunluk hindu ama ciddi bir ölçüde de hristiyan ve müslüman nüfus da mevcut. Sokak keçileri de müslümanlara aitmiş. Yaklaşık 20 dk'da karşıya geçiyor vapur gün batarken. Vardığım yer modern şehir, baharat dükkanları, kumaş ve sari mağazaları, sapsarı ışıldayan kuyumcular,ilerlemeyen trafik ve korna sesleri. Tek katlı evlerin arasında , güzel tek katlı bir bina. Geldiğim yerin bildiğin poliklinik, beyaz önlüklü doktorun odasına kabul edildiğimde de her hangi bir doktor muayenehanesinden bir farkı yok odanın. Ama muayene kısmı biraz farklı.Sorununuz nedir , diye soruyor. Bir şeyim yok , diyorum doshamı( beden tipimi) öğrenmeye geldim. Ayurvedaya göre 3 dosha, element var pitta-ateş,kapha-toprak ve vata- hava. Bu doşaların eşit olarak bedende dengede olması gerekiyor olmadığında hastalanabiliyoruz. Benim doshalarımı öğrenmek için nabzımı tutuyor . 'Sen kaphasın ama pittan baskın 'diyor. Yani acı , tatlı, çok sıcak , soğuk yok, et yok , bolca çiğ sebze, meyve. Biraz da öğüt veriyor hayata dair. Biraz da sohbet taTürkiye'den ayurveda muayanesine gelmemden çok mutlu, bana bir reçete veriyor ve emailini, arada yaz diyor bana sorun olduğunda , merak ederim. Çok teşekkür edip çıkıyorum ayurvedik ilaçlarımı almak üzere.( Verdiklerinden biri bir merhem, her derde deva olduğu gözlenmiştir, yanık , kesik.....)
Şehir hala çok gürültülü , patırtılı. Kochi 'de ise akşam serinliği. Balıkçılar , son satışlarında. Hafif bir rüzgar dokunuyor bedene, seslerle dönüş yolunda.....
















31 Temmuz 2012 Salı

Tapınaklar Kenti Hampi

Issızlığın ortasında, toprak yolun kenarındaki bir motel/ restaurant /dinlenme tesisi , her üçü de olan bir yerdeyim. Beyaz florasan ışığı altında plastik masalarda karşımdaki çiftle sohbet ediyorum. Gün batmadan önce geldiğimiz yerde neredeyse gece yarısı olmak üzere. Bütün masalar  benim gibi Hampi'ye otobüs bekleyenlerle dolu. Çok yorgunuz ve florasan ışığının  hiç kesilmeyen dövmeci iğnesi sesi sinirleri dağlıyor. Çok geçmeden tesis kapanıyor ve kendimizi dışarıda buluyoruz. Sırt çantaları üstünde konfor arayışları... Neyse ki bir otobüs yanaşıyor, tamamı yataklı ,beni bir korku sarıyor. Terzi ve söküğü misali ben gene bileti almakta geciktim ve oturmalı koltuğum var fakat tanıştığım herkes yataklı koltukta gidiyor. Ya yataklı otobus once gelirse ve ben gece yarısı , tek başıma yolun ortasında kalırsam korkusu.....Çok geçmeden birileri beni Jim'le tanıştırıyor ve neyse ki onun da durumu benimle aynı. Bir oh çekiyorum.
Otobüs sonunda geliyor ve gecenin karanlığında tıngır mıngır , ışıksız kasabalardan, köylerden geçerek Hampi'ye doğru yol alıyoruz.
Hampi'ye vardığımızda  ateşin kızıllığını giymiş kayalar,ulu tapınaklar  ve otobüsün çevresinde otel satmaya çalışan gürültücü rikşavcılar karşılıyor bizi.
Volkanik alan üzerine kurulmuş olan şehir tapınakları ve renkleriyle nefes kesiyor .Bana Kapadokya'yı anımsatıyor.
 En geniş Unesco Dünya Mirası ünvanlı (26kmkare) köyün tarihi MÖ1. yy'a kadar uzanıyor . Ama görkemli yapıtları  1336'dan 1565 yılına kadar hüküm süren Vijayanagara İmparatorluğu'na dayanıyor. Hampi Dekkan Sultanlığı tarafından alınana dek imparatorluğun başkentiymiş. Vijayanagara , zafer şehri  demekmiş.Şehirde 2000'İn üstünde tapınak, 4000'in üzerinde de açık hava tapınağı varmış . Tapınaklar ve şehir Dekkan Sultanlığı istilası sonunda terk edilmiş. Bugün köyün içinde Virukpasha , Shiva Tapınağı dışında hiçbir tapınakta ibadet yapılmıyor. Çünkü Dekkanlar tüm tapınaklara zarar vermişler. Tanri heykellerine en ufak verilen zarar bile o tapınağı kullanılamaz hale getiriyor.
Bugünkü köye, eski şehre tekrar 19. yy'da yerleşim başlamış. Yeniden yerleşimciler, 14. yy ve 16.yy 'lar arası inşa edilmiş tapınak dükkanlarına yerleşmişler. İki tapınak arasındaki uzun yol pazar yeriymiş ve uluslararası ticaret yapılırmış. Ticaret değişim usuluymus.Kurnaz Italyanlar ve Portekizliler atları mücevherlerle değiştirirlermiş.Alan Unesco Dünya Mirası ilan edildiği için , köylüler yerleştikleri bu dükkanları boşaltmak zorunda ama hükümet köylülere yaşayacak yer göstermeyip sadece'gidin!' demekle yetinmekte. ( bu senaryo pek tanıdık)
Koyun merkezinde kalan ve hala aktif olan tek tapınak Virupaksha Tapınağı,7. yy'a dayanıyor ve geçen yüzyıllar içinde eklemelerle 16.yy'da bugünkü halini almış. Tapınak tanrı Shiva ve yerel tanrıça Pampa'ya  adanmış. Bitip tükenmez taş oymalarıyla göz alan tapınakta bolca maymun var ve hiç de çekingen oldukları söylenemez. .Tapınağa Hindistan'daki tüm tapınaklar, evler ve pek çok dükkanda olduğu gibi ayakkabıları çıkarıp girebiliyorsunuz. Tapınağa girdikten sonra büyük bir avlu karşılıyor burada turizm danışma merkezi var ben de buradan kendime bisiklet turu alıyorum. Bu kadar büyük bir alanı görmek için en uygun olanı. Farklı yüzyıllara tarihlenen pek çok tapınak görüyoruz; fil başlı sempatik tanrı Ganesh, bol avatarlı  tanrı Vishnu'nun göz alıcı tapınağı Vithala, yeraltı tapınağı v.b . tapınakların iç tarafları karanlık ve serin artık tanrıların değil de yarasaların evi, derine indikçe yarasa dışkısının kokusu burun direğini kırıyor.
Lotus Mahal, Fil Ahırları, Kraliçenin Hamamı....... Volkanik taş temelli sarayın ve binaların üst kısmı sandal ağacından inşa edilmiş ama ne yazık ki geriye ahşap bir şey kalmamış.Açıkçası kaç tapınak ziyaret ettiğimizi unuttum, 2000'in üstüne tapınak olan bir şehirde ve 330 milyon tanrılı bir ülkede. Yanlış yazmadım aslında binleri,33 milyonu da duydum ama 330 milyonun açıklamasını  sevdim. Şöyle ki; eski zamanlarda yeryüzünde 330 milyon canlının yaşadığına  ve tanrının da her canlının içinde var olduğuna inanılırmış. Yani tüm canlıların tanrı olduğuna...
Her tapınağın merkezindeki açık alan tören yeri yani dans pisti, kraliyet ailesi dans gösterisi izlermiş . Ayrıca tapınaklarda hacılar için kalma yeri de mevcut. Tapınakların taş oymaları dantel dantel, bazılarında Mahabarata'tan , Ramayana'dan ( Hint destanları) sahneler, 7 hayvandan oluşmuş 'yali' sütunlara oyulmuş ve kama sutra. 'Kama Sutra'nın anlamının aşk öğrenmek olduğunu söylüyor rehberimiz. Kama, Aşk Tanrısı 'ymış.Tapınaklarda cinsel imalar olmasının sebebi insanların dikkatini çekip, tapınakları nazardan korumakmış . Nazara oldukça inanılıyor bu topraklarda, bebeklerin yüzleri, kaşları siyahlara boyanıyor amaç onları çirkinleştirip nazardan korumak.

Bir ara rehberimiz bize çok heyecanlı olduğunu ertesi gün eşini ve 3 aylık bebeğini görmek üzere eşinin ailesinin yanına gideceğini söylüyor. Kızının isimlendirme töreni varmış. Geleneğe göre eşi 8 aylık hamileyken ailesinin yanına gitmiş ve ancak bebek 5 aylık olduğunda dönebilirmiş.
Gün batarken turumuz bitiyor ,nefes kesici bir kızıllık kaplıyor etrafı , ben de muz ağaçlarının , maymunların arasından geçerek nehir kenarındaki Mango Tree isimli restauranta gidip , tavsiye üzerine cashew fıstıklı spaghettimi ısmarlıyorum ardından koca bir bardak lassi. Hampi kutsal şehir olduğu için alkol yasak.

Hindistan'da hayat erken başlıyor. Sabah ben de nehir kenarına doğru yollanıyorum. Tapınak filinin banyosunu görme peşindeyim. Nehir kenarına geldiğimde bambaşka bir manzarayla karşılıyorum. Sarı, turuncu ışıklar altında nehirde sarileriyle yıkanan , oynayayan kadınlar, çocuklar, adamlar... Tertemiz bir neşe , coşku yayılıyor bembeyaz yıkanmış çarşafların arasından. Nehirden çıkan kadınlar yanlarına çağırıyorlar beni, bir şekilde sohbet edip gülüşüyoruz. Kalbimde minnet duyguları ...
Günün geri kalanında gitmediğim tapınakların ziyareti var. Her adımım kalbimdeki notalarla, usulca dolanıyorum. Köyün dışında konaklayan, yemeklerini paylaşan otobus otobus hacıları görüyorum, ağaç dallarıyla tapınak kenarında kriket oynayan çocukları, köyün geniş caddesindeki eski , virane dukkanlarında uyuklayanları, salınan çarşafları.....


Gezginden gezgine notlar;
Hampi'de zamanınız varsa ve dinlenmek istiyorsanız biraz biraz da chill, Hampi Bazaar değil de ,nehrin karşı kıyısında kalabilirsiniz.