13 Aralık 2012 Perşembe

Kochi 1

Rüzgar ulu ağacın yapraklarına dans ettiriyor, dansın notaları kulaklarımdan kalbime iniyor ,yaprakların arasından süzülen güneş ışıklarıyla kalbim genişliyor, sıcaklık yayılıyor, yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşiyor. Yaklaşık 1m çapında ağacın gövdesi , uzunluğu ise bulutlarla ahbap desem, neredeyse bir sokağı kaplıyor dalları. Ne görkem!!! Kalakalmışlığım bir adamın dikkatini çekmiş olacak ki yanıma yaklaşıp " bu ağaç çok yaşlı diyor en az 400 yıllık. Portekizliler , Brezilya'dan getirmişler adı 'yağmur ağacı' ". Teşekkür ediyorum açıklama için, hayranlığım devam ederken .
Kochi'deyim, sonunda Kerala'ya ulaştım. Burası daha da sıcak , daha güney . Daha sıcak , daha yavaş....

Deniz kenarından ilerliyorum, şehrin içine doğru. Tek ve çift katlı koloni dönemi mimarisini yansıtan evler yolun kenarında, çiçek yağı satan dükkanlar, başıboş dolaşan keçiler.... Derken bir hareketin içinde buluyorum kendimi.Kamyonlar sıra sıra yolda , renkli gömlekli,altları longili, başları bandanalı adamlar çeşit çeşit baharat çuvallarını yüklüyorlar. Loş, eski depolarda eski masalar, yıpranmış sandalyeler, üstüste konulmuş çuvallar göze , çuvallardan taşan karışık baharat kokuları da burna çarpıyor , Beyaz saçlı, orta yaşlı, kilolu bir adam elindeki gazeteyle uyuşukça sineği kovalamaya çalışıyor. Yavaş çekimde iç mekan, dışarıda ise bir hengame... Burası Kochi'nin Baharatçılar Çarşısı.
Kerala eyaletinin baharatlarının ünü M. Ö 3000'li yıllarda Sümer yazıtlarına kadar geçmiş. Baharatlar Asurluları, Babillileri , Mısırlıları Malabar Sahili'ne çekmiş. Antik Yunan'da ve Roma İmparatorluğu'nda bölge özellikle karabiberiyle pek ünlüymüş. Bodrum 'lu Heredot'umuz , Araplar tarafından Kerala'dan getirilen malların Yahudiler tarafından satıldığından bahseder. Kerala'nın eski çağlardan başlayıp Arap hakimiyeti altında geçen ticaret ağı oldukça geniş; Mısır'dan Çin'e, Roma İmparatorluğu'na uzanan bu ağ Kerala'ya da farklı kültürlerin etkilerini getirmiş ve ayrıca kültürler arası evliliklerle de farklılıklar özümsenmiş. 15.yy'da Portekizliler kolonileştirmiş bölgeyi ardından Hollanda kolonisi olmuş 18.yy'da İngiltere 'nin hakimiyetine girmiş ve bu hakimiyet 1947'ye kadar devam etmiş. Koloni sonrası dönemde ticaret gerçek sahiplerine dönmüş. Değişmeyen tek şey hareket olsa gerek burda çağlar boyu.
Cadde boyunca ilerlediğimde hareket biraz azalıyor avlulu binalar, Eminönü Hanları'nı andıran yapılar . Renkli kapılı, boyaları dökülmüş hanlar , içlerinde , kıyılarında köşelerinde capcanlı renkleriyle tektük tasarım dükkanları, avluda kurumaya bırakılmış çay yaprakları..... Bu binaların birinin avlusunda çay yapraklarıyla beraber bir ressamın atölyesi çıkıyor karşıma . Suresh; fillerin ressamı. Sadece fil çizen Suresh'in sloganı " elephants without chain" ( kelimesi kelimesini çevrildiğinde zincirsiz / özgür filler). Filler Suresh için bir sembol, insanları yansıtıyor ve Suresh'in dünyasında insanlar zincirlerini koparmış, özgür ve eşitler.....
Sanat galerileri cadde boyunca devam ederken , bir sonraki durakta kadın bir ressamla tanışıyorum. Emekli bir öğretmen olan ressam, kadınları resmediyor, genç yaşta zorla evlendirilen genç kızları. Resimlerde hüzün ve üstü örtülü tazelik ... Her resim için bir şiir yazmış, çalınan hayatlar için.
Kaç kilometre yürüdüğümü bilmiyorum ama şehir , hareket, durgunluk, kokular, hüzün, renkler, hayaller , yaşanmışlıklar beni alıyor içine. Turist otobüslerinin karşıma çıktığı yerde uyanıyorum . Mattancherry Sarayı önümde. Saray , 16. yy'da Portekizliler'in bölgenin rajasına hediyesi. Duvarlarda Mahabarata ve Ramayana destanlarını betimleyen duvar resimleri , rajaların zengin, ahşap ince oymalı, tahtırevan koleksiyonu , mücevherle işlenmiş göz alıcı kaftanlar, kraliçe odasını süsleyen şair Kalidesa'nın destanından alınan duvarlara işlemiş aşk sahneleri ile saray görülmeye değer.

Sarayın arka taraflarında Yahudi mahallesi uzanıyor. Yahudilerin Kerala'ya gelişleri M. Ö 6.yy'a kadar gidiyor. Oldukça turistik olan bölgede, evler restore edilmiş , sinagog da öyle, antikacılar ara sokaklarda. Ama yahudi nüfus çoktan göç edip gitmiş.
Lonely Planet'ten yani gezginlerin vazgeçilmez kitabından öğrendiğim bir restauranta giriyorum yemek için. Aslında burası bir esnaf lokantası, ahşap masalı , siyah derili ahşap sandalyeli, çelik sürahili, duvarlarında birkaç eski siyah beyaz fotoğraf asılı.... Otururur oturmaz bir masaya, karşı sandelyeme Hintli bir adam oturuyor, yan masadaki genç kız da 'ben yardım edeyim' diyor gülen gözlerle , ısmarlamana. Masala Dosai, seçimim, krep yanında pancar ezmesi, bamyalı türlü ve hindistancevizi sosuyla yenilen bir yemek. Burda yemek elle yeniyor ben de deniyorum ama pratik istiyor bu da.Çook leziz, mmmm;))) Yan masayla sohbet de leziz. Sohbette bir ara 'yoga yapıyormusun? çok iyi bir hocayla çalışıyorum , gelmek istermisin?'diye soruyor Rija , şeker kızımız, ' çok isterim 'diyorum ve ertesi gün için sözleşiyoruz.

Benim biraz işim var bugün . Kerala bir ayurveda , kelimesi kelimesine anlamı 'yaşam bilimi', alternatif Hint tıbbı merkezi ben de bir klinikten randevu aldım. Bunun için körfezin karşı kıyısına geçmem gerekiyor; Ernakulam'a . Vapura bilet için sıraya giriyorum, kadınlar ve erkekler için ayrı gişeler var. Şehirde yaşayan çoğunluk hindu ama ciddi bir ölçüde de hristiyan ve müslüman nüfus da mevcut. Sokak keçileri de müslümanlara aitmiş. Yaklaşık 20 dk'da karşıya geçiyor vapur gün batarken. Vardığım yer modern şehir, baharat dükkanları, kumaş ve sari mağazaları, sapsarı ışıldayan kuyumcular,ilerlemeyen trafik ve korna sesleri. Tek katlı evlerin arasında , güzel tek katlı bir bina. Geldiğim yerin bildiğin poliklinik, beyaz önlüklü doktorun odasına kabul edildiğimde de her hangi bir doktor muayenehanesinden bir farkı yok odanın. Ama muayene kısmı biraz farklı.Sorununuz nedir , diye soruyor. Bir şeyim yok , diyorum doshamı( beden tipimi) öğrenmeye geldim. Ayurvedaya göre 3 dosha, element var pitta-ateş,kapha-toprak ve vata- hava. Bu doşaların eşit olarak bedende dengede olması gerekiyor olmadığında hastalanabiliyoruz. Benim doshalarımı öğrenmek için nabzımı tutuyor . 'Sen kaphasın ama pittan baskın 'diyor. Yani acı , tatlı, çok sıcak , soğuk yok, et yok , bolca çiğ sebze, meyve. Biraz da öğüt veriyor hayata dair. Biraz da sohbet taTürkiye'den ayurveda muayanesine gelmemden çok mutlu, bana bir reçete veriyor ve emailini, arada yaz diyor bana sorun olduğunda , merak ederim. Çok teşekkür edip çıkıyorum ayurvedik ilaçlarımı almak üzere.( Verdiklerinden biri bir merhem, her derde deva olduğu gözlenmiştir, yanık , kesik.....)
Şehir hala çok gürültülü , patırtılı. Kochi 'de ise akşam serinliği. Balıkçılar , son satışlarında. Hafif bir rüzgar dokunuyor bedene, seslerle dönüş yolunda.....
















31 Temmuz 2012 Salı

Tapınaklar Kenti Hampi

Issızlığın ortasında, toprak yolun kenarındaki bir motel/ restaurant /dinlenme tesisi , her üçü de olan bir yerdeyim. Beyaz florasan ışığı altında plastik masalarda karşımdaki çiftle sohbet ediyorum. Gün batmadan önce geldiğimiz yerde neredeyse gece yarısı olmak üzere. Bütün masalar  benim gibi Hampi'ye otobüs bekleyenlerle dolu. Çok yorgunuz ve florasan ışığının  hiç kesilmeyen dövmeci iğnesi sesi sinirleri dağlıyor. Çok geçmeden tesis kapanıyor ve kendimizi dışarıda buluyoruz. Sırt çantaları üstünde konfor arayışları... Neyse ki bir otobüs yanaşıyor, tamamı yataklı ,beni bir korku sarıyor. Terzi ve söküğü misali ben gene bileti almakta geciktim ve oturmalı koltuğum var fakat tanıştığım herkes yataklı koltukta gidiyor. Ya yataklı otobus once gelirse ve ben gece yarısı , tek başıma yolun ortasında kalırsam korkusu.....Çok geçmeden birileri beni Jim'le tanıştırıyor ve neyse ki onun da durumu benimle aynı. Bir oh çekiyorum.
Otobüs sonunda geliyor ve gecenin karanlığında tıngır mıngır , ışıksız kasabalardan, köylerden geçerek Hampi'ye doğru yol alıyoruz.
Hampi'ye vardığımızda  ateşin kızıllığını giymiş kayalar,ulu tapınaklar  ve otobüsün çevresinde otel satmaya çalışan gürültücü rikşavcılar karşılıyor bizi.
Volkanik alan üzerine kurulmuş olan şehir tapınakları ve renkleriyle nefes kesiyor .Bana Kapadokya'yı anımsatıyor.
 En geniş Unesco Dünya Mirası ünvanlı (26kmkare) köyün tarihi MÖ1. yy'a kadar uzanıyor . Ama görkemli yapıtları  1336'dan 1565 yılına kadar hüküm süren Vijayanagara İmparatorluğu'na dayanıyor. Hampi Dekkan Sultanlığı tarafından alınana dek imparatorluğun başkentiymiş. Vijayanagara , zafer şehri  demekmiş.Şehirde 2000'İn üstünde tapınak, 4000'in üzerinde de açık hava tapınağı varmış . Tapınaklar ve şehir Dekkan Sultanlığı istilası sonunda terk edilmiş. Bugün köyün içinde Virukpasha , Shiva Tapınağı dışında hiçbir tapınakta ibadet yapılmıyor. Çünkü Dekkanlar tüm tapınaklara zarar vermişler. Tanri heykellerine en ufak verilen zarar bile o tapınağı kullanılamaz hale getiriyor.
Bugünkü köye, eski şehre tekrar 19. yy'da yerleşim başlamış. Yeniden yerleşimciler, 14. yy ve 16.yy 'lar arası inşa edilmiş tapınak dükkanlarına yerleşmişler. İki tapınak arasındaki uzun yol pazar yeriymiş ve uluslararası ticaret yapılırmış. Ticaret değişim usuluymus.Kurnaz Italyanlar ve Portekizliler atları mücevherlerle değiştirirlermiş.Alan Unesco Dünya Mirası ilan edildiği için , köylüler yerleştikleri bu dükkanları boşaltmak zorunda ama hükümet köylülere yaşayacak yer göstermeyip sadece'gidin!' demekle yetinmekte. ( bu senaryo pek tanıdık)
Koyun merkezinde kalan ve hala aktif olan tek tapınak Virupaksha Tapınağı,7. yy'a dayanıyor ve geçen yüzyıllar içinde eklemelerle 16.yy'da bugünkü halini almış. Tapınak tanrı Shiva ve yerel tanrıça Pampa'ya  adanmış. Bitip tükenmez taş oymalarıyla göz alan tapınakta bolca maymun var ve hiç de çekingen oldukları söylenemez. .Tapınağa Hindistan'daki tüm tapınaklar, evler ve pek çok dükkanda olduğu gibi ayakkabıları çıkarıp girebiliyorsunuz. Tapınağa girdikten sonra büyük bir avlu karşılıyor burada turizm danışma merkezi var ben de buradan kendime bisiklet turu alıyorum. Bu kadar büyük bir alanı görmek için en uygun olanı. Farklı yüzyıllara tarihlenen pek çok tapınak görüyoruz; fil başlı sempatik tanrı Ganesh, bol avatarlı  tanrı Vishnu'nun göz alıcı tapınağı Vithala, yeraltı tapınağı v.b . tapınakların iç tarafları karanlık ve serin artık tanrıların değil de yarasaların evi, derine indikçe yarasa dışkısının kokusu burun direğini kırıyor.
Lotus Mahal, Fil Ahırları, Kraliçenin Hamamı....... Volkanik taş temelli sarayın ve binaların üst kısmı sandal ağacından inşa edilmiş ama ne yazık ki geriye ahşap bir şey kalmamış.Açıkçası kaç tapınak ziyaret ettiğimizi unuttum, 2000'in üstüne tapınak olan bir şehirde ve 330 milyon tanrılı bir ülkede. Yanlış yazmadım aslında binleri,33 milyonu da duydum ama 330 milyonun açıklamasını  sevdim. Şöyle ki; eski zamanlarda yeryüzünde 330 milyon canlının yaşadığına  ve tanrının da her canlının içinde var olduğuna inanılırmış. Yani tüm canlıların tanrı olduğuna...
Her tapınağın merkezindeki açık alan tören yeri yani dans pisti, kraliyet ailesi dans gösterisi izlermiş . Ayrıca tapınaklarda hacılar için kalma yeri de mevcut. Tapınakların taş oymaları dantel dantel, bazılarında Mahabarata'tan , Ramayana'dan ( Hint destanları) sahneler, 7 hayvandan oluşmuş 'yali' sütunlara oyulmuş ve kama sutra. 'Kama Sutra'nın anlamının aşk öğrenmek olduğunu söylüyor rehberimiz. Kama, Aşk Tanrısı 'ymış.Tapınaklarda cinsel imalar olmasının sebebi insanların dikkatini çekip, tapınakları nazardan korumakmış . Nazara oldukça inanılıyor bu topraklarda, bebeklerin yüzleri, kaşları siyahlara boyanıyor amaç onları çirkinleştirip nazardan korumak.

Bir ara rehberimiz bize çok heyecanlı olduğunu ertesi gün eşini ve 3 aylık bebeğini görmek üzere eşinin ailesinin yanına gideceğini söylüyor. Kızının isimlendirme töreni varmış. Geleneğe göre eşi 8 aylık hamileyken ailesinin yanına gitmiş ve ancak bebek 5 aylık olduğunda dönebilirmiş.
Gün batarken turumuz bitiyor ,nefes kesici bir kızıllık kaplıyor etrafı , ben de muz ağaçlarının , maymunların arasından geçerek nehir kenarındaki Mango Tree isimli restauranta gidip , tavsiye üzerine cashew fıstıklı spaghettimi ısmarlıyorum ardından koca bir bardak lassi. Hampi kutsal şehir olduğu için alkol yasak.

Hindistan'da hayat erken başlıyor. Sabah ben de nehir kenarına doğru yollanıyorum. Tapınak filinin banyosunu görme peşindeyim. Nehir kenarına geldiğimde bambaşka bir manzarayla karşılıyorum. Sarı, turuncu ışıklar altında nehirde sarileriyle yıkanan , oynayayan kadınlar, çocuklar, adamlar... Tertemiz bir neşe , coşku yayılıyor bembeyaz yıkanmış çarşafların arasından. Nehirden çıkan kadınlar yanlarına çağırıyorlar beni, bir şekilde sohbet edip gülüşüyoruz. Kalbimde minnet duyguları ...
Günün geri kalanında gitmediğim tapınakların ziyareti var. Her adımım kalbimdeki notalarla, usulca dolanıyorum. Köyün dışında konaklayan, yemeklerini paylaşan otobus otobus hacıları görüyorum, ağaç dallarıyla tapınak kenarında kriket oynayan çocukları, köyün geniş caddesindeki eski , virane dukkanlarında uyuklayanları, salınan çarşafları.....


Gezginden gezgine notlar;
Hampi'de zamanınız varsa ve dinlenmek istiyorsanız biraz biraz da chill, Hampi Bazaar değil de ,nehrin karşı kıyısında kalabilirsiniz.
















































Shivaratri , 3 gün 3 gece düğün

  Gokarna'da güneş palmiye ve hindistancevizi ağaçlarıyla kaplı tepenin ardından yükselirken , nefesle bir olup karışanlar yaşama sahilde güneşle , nefesle dans ederken, dalgalar da kumların üzerinde  daha ileriye gitme telaşındalar. Sahildeki sessizliği bozan azılı köpek çetesi oluyor, zavallı küçük buzağıyı kıstırmışlar bugün.
Güneş yükseldikçe sahildeki hareket de artıyor.Shivaratri bayramı kutlamaları devam ediyor. Bir önceki gece adaklar adayıp dualar etti  kadınlar sevdikleri için, sabaha kadar şarkılar söylediler. Bugün ise  tapınak ziyareti günü. Rengarenk sarileriyle her  yaşta güzel kadınlar, beyaz gömlek ve longileriyle erkekler ve meraklı , koca gözlü çocuklar küçük  sahilde bir uçtan diğer uca ilerleyerek güneydeki küçük tapınağa doğru yol alıyorlar. Ben de küçük patika yolu izleyerek, banyan ağaçları ve diğer adını bilmediğim ağaçları geçerek, ve gene adını bilmediğim kuşların güzel şarkılarını dinleyerek  küçük tapınağa varıyorum. Tapınağın bekçisi genç 25 yaşlarında bir genç gülümseyerek yanıma geliyor ,konuşmaya başlıyoruz.
- Adın ne ?
-Burcu, deyip toprağa yazıyorum o da Pej deyip toprağa yazıyor adını. Sonra da siliyor. Ve diyor ki
- Silmezsen adının üstüne insanlar basar, sonra saygı duyulmaz  diyor ve devam ediyor:
- Turistler sahile OM yazıyorlar. Biliyorum,  kötü niyetleri yok ama OM tanrının adı. Şiva, Buddha, Allah tek değil mi? Tanrı'ya saygısızlık. Tanrı'nın adı olan şeyle hep bel üstünde taşınmalı,  diyor.
Daha sonra tapınağı anlatıyor bana çook eski diyerek ,ama bakınca tapınağa çook eski olduğunu göremiyorum. Shiva ve eşi Parvati 'nin buraya dinlenmeye geldiklerini o yüzden bu küçük tapınağın bölgedeki en kutsal tapınaklardan biri olduğundan bahsediyor. Beyaz, küçük  beton bina Shiva ve Parvati'nin resimleriyle süslenmiş. İçerisi iki bölümden oluşuyor. Herkesin girebildiği ilk bölümde duvarda gene Shiva , Parvati ve oğullları yarı fil yari insan görünümlü tanrı Ganeş'in resimleri var. İçerideki penceresiz bölümde ise bir lingum . Kasımpatları ve yaseminler lingumu süslerken ,tütsü kokularıyla çiçek kokuları karışıyor.

Öğleden sonra Christoph'la sözleştiğimiz üzere kasabaya çıkıyoruz. Kasabada bir panayır havası var . Sokaklarda herşeyi satan tezgahlar ve tapınakların önünde metrelerce kuyruklar... İnsanları güneşten korumak için sokaklara tenteler gerilmiş. Tentelerin diğer tarafında yol kenarında oturup sıra sıra pirinç satanlar. Çıplak ayaklı hacılar uzun kuyruktalar , ellerinde yaseminler, kasımpatları, hindistancevizleri , muzlar, avuç avuç pirinç taneleri adakları için. Tapınak fili Lakşimi tüm ihtişamıyla ona muz ve portakal verenleri hortumuyla dokunarak kutsuyor. Maharet hortumun tam alnın ortasına dokundurması. Fil Lakşimi verilen muzları yiyiyor , portakalları ve parayı ise üstündeki bakıcısına veriyor. Koccaman tapınak arabasının (tekerliği benden büyük) süslenmesi devam ediyor bir yandan. Çarşıdaki sokaklarda tezgahlarda yok yok; rengarenk kumaşlar, oyuncaklar,baharatlar... Bana çocukluğumda kurulan panayırları hatırlatıyor...

Ertesi gün , Shivaratri Günü, aslında kelime anlamı 'Shiva'nın Gecesi'. Tanrı Shiva ve Tanrıça Parvati'nin düğün günleri ve kutlamalar da oldukça renkli.
Kasabada ahşaptan yapılmış tapınak arabasına son rötuşlar yapılıyor, yüzlerce taze çiçek süslüyor arabayı. Müzisyenler en güzel ezgilerle halkı coşturuyorlar, Bir yandan da yolun ortasında altı etekli, üstü çıplak yalınayak bir adam eline kırbacıyla gösteri yapıyor. Herkes, her yer o kadar renkli ki! Yerlere mandalalar çizilmiş ve içleri boyanmış bayram şerefine.Etrafta çok sayıda muz satıcısı var . Muzlar tapınak arabasına atmak ve böylece tapınağa sunu yapmak için.
Herkes ana caddede arabanın çekilişini görebilecek bir yer bulmaya bulmaya çalışıyor.Binalar , teraslar, kaldırımlar çok kalabalık.Arabanın çekileceği saati konuşuluyorlar, 11,12, 2.... Sonradan öğreniyoruz ki belirli bir saati yok. Vedik astrologlar iş başındalarmış gün içinde arabanın çekileceği saati belirlemek üzere.Bu yüzden saat durmaksızın değişiyor.
Saat 2 gibi din adamları tapınak arabaya tırmanmaya başlıyorlar. Biz de yolun kenarında elimizde muzlarla yerimizi alıyoruz, .Aslında herşey çok çabuk olup bitiyor. O koccaman tapınak arabasını onlarca insan tapınağa doğru çekerken biz de muzlarımızı tapınak arabasına isabet ettirmeye çalıyoruz . Sonunda gözden kayboluyor araba ve biz de yavaş yavaş sahile inmeye başlıyoruz .
Gün batımında dalgalara atlamak ve güne veda eden müzisyenin güzel ezgilerini dinlemek üzere.....
Gezginden gezgine notlar;
Gideceğiniz tarihe dikkat festivali bol ama kalacak yer sayısı az. Onceden rezervasyon yaptırın.























2 Mart 2012 Cuma

Gokarna

Bindigim riksav (motorsiklet taksi) , tozlu yollardan, palmiyelerin kenarindan gecerek 4- 5 katli kirli sari bir binanin onunde duruyor.
- Tren istasyonu, tren istasyonuna gitmek istiyorum, diyorum.
- Burasi , diyor sofor siritarak.
Gozlerime degil sofore inanarak yasli binanin merdivenlerini tirmanmaya basliyorum. Basamaklari ciktikca sesler gelmeye basliyor ve ust katta terminal gibi bir yere geliyorum. Biletimi alip platforma geciyorum. Tek bos yer saclari dreadlock li genc bir adamin yani. Gidip , yanina oturuyorum ve sohbete basliyoruz. Ismi Christoph, Alman, Kuzeyde 3 hafta dolastiktan sonra plajda dinlenmeye gelmis. O da Gokarna yolcusu. Yasli bir Ingiliz kadin katiliyor sohbete. "Yer ayirttiniz mi?" diye soruyor. "Yoo" diyoruz. "kasabada festival var, binlerce kisi ;Hindu, turist kasabaya gidiyor" diyor. Bize bir telefon numarasi veriyor , ariyoruz ;yer yok. Christoph gitmesem mi acaba ,diye dusunuyor ben de en kotu ihtimalle kumsalda uyurum diyorum.
Tren 1 saatlik gecikmenin ardindan geliyor. Bir saat Hindistan standartlarina gore cok iyi. 24 saatlik rotarlarin olabildigi bir memleket bu memleket. Tren platforma yaklastiginda bir kosusturma basliyor. Normal yolcu treni oldugu icin yer bulan oturuyor. Christoph ve ben daha bos bir vagon bulabilmek icin kosturuyoruz sirtimizda cantalarla ama nafile. En sonunda yorulup , bir vagondan atiyoruz kendimizi iceriye. Icerisi oldukca kalabalik, genelde cocuklu aileler var. Cantalarimizi yukaridaki raflara yerlestirip, duruyoruz. Halktan epey bir ilgi goruyoruz. Cocuklar utangacca gulumsuyorlar. Ben de onlarin fotograflarini cekip , gosteriyorum. Sonra soruyorlar' Adin ne? Nerdensin ?" , cevap veriyorum , konusmaya basliyoruz. Aileler gururlu cocuklarinin bu ingilizce sohbetinden.
Trende kendimi bir tiyatro sahnesinde zannediyorum ara ara. Neredeyse her 5 dk. da bir baslarinda tasidiklari mavi sepetleriyle kahve, cay, pakora samosa diye bagiran adamlar geciyor koridordan. Sonra 15 yaslarinda bir kiz cocugu kucaginda 9-10 aylik bir bebekle insanlari durterek , eliyle de yemek isareti yaparak yuruyor . Ardindan pembe sarili, beyaz sacli , yasli kor bir kadin elindeki uzun bir sopayla yere vurarak ilerliyor ; diger eliyle de  icinde bozuk para olan metal bir bardagi tingirdatiyor. Vagonun arka tarafindan  da akordion calan orta yasli bir adam ve arkasinda sarki soyleyen genc bir kiz beliriyor. Ve boylece  devam ediyor. ..
1.5 saat sonra tren istasyonuna variyoruz. Istayon sehirden 7 km. uzaklikta ve disarisi tam bir karmasa. Bircok otobus,minibus , riksav ve biz saskin turistler. Trende tanistigimiz 2 Isvecli kadin , Chritoph ve ben bir minibuse tikistiriliyoruz. Cantalar minibusun ustune giderken ben ve 2 gezgin daha soforun arkasinda bank gibi bir yerde oturuyoruz. Sirtimi arkamdaki cama yaslarken ayaklarimi ustuste onumdeki direge yasliyorum. Iki ayagimi yere koyabilecegim bir alan yok ama ben gene de rahatim. Christoph vites kutusunun ustunde oturuyor. Onumdeki , soforun yanindaki tekli koltuga ise 60-65 yaslarinda iki Rus kadin yerlesiyorlar. Ayakta , oturarak en fazla 15 kisinin sigabilecegi minibuste 27 kisi gidiyoruz sehre dogru. Koylerden , kerpic evlerden ve polis kontrollerinden gecip kasabaya variyoruz. Kasaba cok kalabalik, yollar arac trafigine kapanmis. Sonucta 2 Isvecli kadin , Christoph ve ben bir riksav kiralayip, esyalarimizla biniyoruz. Minibus yolculugumuzdan sonra ricksav cok genis geliyor bize , ilerlerken neseyle bagiriyoruz ; Kuddle Beach, Kuddle Beach...
Ricksav bizi tarla gibi bir yerde birakiyor, plaja ancak yuruyerek gidilebiliyor. Cantalarimizi sirtlanip birakiyoruz kendimizi dar ,kirmizi toprak patikadan asagi , agzimizda bir turku  Shiva Shiva Shambo....Yolun sonu guzel bir plaj ve kipkirmizi gun batimi. Kalmak icin yer bakiyoruz ama her yer dolu. En sonunda az yukaridaki koyde bir yer buluyoruz 4 TLye ama cook pis, kirli bir dosek, yara bantlariyla yamanmis bir cibinlik bol miktarda hasarat , atermitle ortulmus bir cati ama duvarla cati arasi yaklasi 30cm. acik. .  En azindan esyalari birakiririm, kumsalda da  uyurum diyorum. Christoph'la sahile iniyoruz ben "sahilde uyumak istiyorum"diyorum o da "seni yalniz birakamam" diyor. Yemek yedigimiz restauranta kumsalda uyumanin guvenli olup olmadigini soruyorum. " Inekler karanlikta sizi gormeyip ustunuze basabilirler, en iyisi siz burda, restaurantta kalin" diyorlar. Seviniyoruz. Christoph inanamiyor ," ben Almanim , unutma "diyor bana . "Benim icin hersey cok ters." Hak veriyorum Almanlarin despot duzeniyle Hindistan'in 'her an her sey olabilir sasirma ' duzensizligi. Aksam restaurant kapaniyor ve  genis beton banklara  2 dosek seriyorlar,sonrasinda yildizlar yorgan, dalgalar ninni  bana....







28 Şubat 2012 Salı

GOA



 Nemli bir sicak, goruntu flulasiyor nemden.....Sonunda 'cennet 'Goa'dayim
Goa, Hindistan'in guneyinde yer alan bir eyalet. Ozelikle kisin plaj tatili yapmak isteyen Avrupalilarin tercihi. Panjim, 'e yani Goa 'nin baskentine yol alirken bunu hissetmemek mumkun degil. Motosikletini, jipini kiralayan sarisin turistler yollarda. Bana bizim guney kiyilarimizi andiriyor .

 Panjim'e vardigimda ilk isim kendime guzel bir butik otelde oda tutmak oluyor. Tum gece suren ucak yolculugu ve Mumbai felaketinin ardindan rahat bir uyku cekmek artik hakkim.
 Ertesi gun sehri gezerken tanidiklik hissi kapliyor beni ,neresi derken Trinidad aklima geliyor Kuba'daki bu kucuk sehir de koloni mimarisinin guzel orneklerinden ve Panjim bana Trinidad'i hatirlatiyor.
Panjim'in merkezinde 16.yy'da insa edilmis ve Meryem Ana'ya adanmis bir kilise var , Lizbon'dan yola cikan denizciler Old Goa'ya yani eski baskente devam etmeden once buraya gelip yildizlarina guvenli bir deniz yolculugu yaptiklari icin tesekkur ederlermis. Iste bu kilisenin resmini cekip altina Meksika, Kuba v.b herhangi bir eski somurge ulkesinin ismini yazsam inanilir.
 Panjim'den 25 dakikalik bir otobus yolculuguyla Old Goa 'ya variyorum. 16. ve 18. yy'lar arasinda sehir " Dogu'nun Roma'si " olarak adlandirirmis nufus da donemin Lizbon'una esitmis.. 16.yy 'da Portekizliler'in baskent yaptigi sehirde devasa kiliseler insa edilmis. Fakat 1600'lerde baslayan kolera ve sari humma salginlari yuzunden sehir yavas yavas terk edilmis ve 1843'te Panjim resmi olarak baskent ilan edilmis. Se Katedrali , Aziz Francis Kilisesi ve baska pek cok kilise gezilebilir. . Ben bir kac kiliseye girip cikiyorum ve bana bu kadar yeter deyip Panjim'e donuyorum ve oradan da otobuse atliyorum tekrar , bu sefer yolum Palolem'e.
Palolem'e gitmek icin once Madgoa otobusune biniyorum ki klimali, lux sinif diye geciyor. Yanimda genc bir adam oturuyor ve konusmaya basliyoruz. Turist gemilerinde calisiyormus ve su an tatildeymis. Dovmesinden Hristiyan oldugunu anliyorum. Hindistan'da pek cok farkli azinlik mevcut . Hindistan'in Hristiyan azinligi da gemel olarak Goa bolgesinde yasiyor. 1961'e kadar Goa'nin Portekiz somurgesinde oldugunu dusunursek bu cok normal. Hatta burada yaslilarin kendi aralarinda Portekizce konustuklarina sahit olmak mumkun. Portekizliler somurge yillari boyunca agir misyonerlik faaliyetinde bulunmuslar. Genc adam Hindistan'in bu kadar cesitli olmasindan yakiniyor: ' Ben et yiyorum, icki iciyorum' cumleleri kendince gelismisligin ifadesi. 'Burada insanlar eski kafali diye devam ediyor, gelismeye karsilar. "nasil?" diye soruyorum."wallmart'in acilmasina izin vermediler !" diyor . Ben agzimi aciyorum ve kapadigimda "himm iyi yapmislar o zaman ' oluyor cumlesi.. Terminale geldigimizde Palolem'e gitmek icin hangi otobuse binecegimi gosteriyor. ve birbirimize iyi sanslar dileyip ayriliyoruz.
Sonraki otobusum sanirim 70 model , klimasi acik pencereleri. Kasabalardan , koylerden geciyoruz , siklikla duruyoruz muavin duraklari cigiriyor, yolcular biniyor. Otobus durunca kafalarindaki sepetle meyve satan adamlar beliriyor otobusun cevresinde. Acik camlardan uzatiyorlar meyvelerini , beyaz gomlekli, altlari beyaz saronglu (bele sarilmis kumas) , ciplak ayakli adamlar.... Liseli kizlar biniyor otobuse, simsiyah iki orgulu saclari, burnunda hizmalari, alinlarinda bindileri, tertemiz uniformalariyla. 'Ne guzeller!' diyorum yanimdaki kadin ' Hangisi ?' diyor ' hepsi!' diye cevap veriyorum. Kizlar utangacca kikirdiyorlar.
Sonunda Palolem' e variyorum . Palolem hilal seklinde uzanan, bembeyaz kumlariyla unlu guzel bir plaj. Gunun son isiklarini denizde kovalayarak gunesi ugurluyorum....
15 sene once sadece Hippilerin konakladiklari plaj bugun bizim Olu Deniz'e benziyor. Giriste onlarca hediyelik esya satan dukkan, bol miktarda Avrupali turist  sezlonglarda sere serpe. . Bir tek sahildeki inekler bana Hindistan'da oldugumu hatirlatiyor. Sandallar turistleri toplayip yunus gormeye goturuyorlar. Aksamlari da headset disko mevcut. Sahane fikir, saat 10'dan sonra muzik yasak oldugu icin bu yolu bulmuslar. Gidiyorsunuz diskoya soyluyorsunuz dinlemek istediginiz muzigi veriyorlar size kulakligi oldu bitti!
 Sabahlari adini bilmedigim kuslarin guzel sarkilariyla uyaniyorum. Sahilde yoga yapan, kosan, kilic calisan pek cok turistin arasina katiliyorum ben de matimla. Bugun yoga, deniz , gunes ve kum gunu ,yarin yolculuk Karnataka eyaletine ; Gokarna'ya....
Gezgin'den Gezgin'e notlar:
 Panjim'den Palolem'e veya herhangi bir plaja tuktukla gidebilirsiniz ama yollar cok rahatsiz. Otobusu tercih edin derim ozel taksi tutmuyorsaniz.
Goa 'da plaj cok , ne istediginize karar verin. Ben sakin bir yer istedim ama daha sakini Patnem ve Agonda plajlari.


Goa deniz urunleriyle unlu denemden gelmeyen sizzler citr citir sesler cikaran kiremette yapilan yemek nefis